"Eti Senin Kemiği Benim" Nesli...
- Erdem Oklay
- 4 Tem 2020
- 2 dakikada okunur

Babamın elimden tutup da beni okula götürdüğü o ilk günü hatırlıyorum.. Aynı zamanda babamın arkadaşı da olan ilkokul müdür yardımcısı Ali Hoca’nın odasına çekine çekine girmiştim. Babam ve Ali Hoca kısa bir görüşme yaparken duvarın kenarında çıt çıkarmadan oturmuş onların görüşmesinin bitmesini beklemiştim.. Elbette ne konuştuklarını hatırlamıyorum ama muhtemelen “Bizim çocuğun okul çağı geldi”, “Kayıt yaptıralım” minvalinde konuşmalardı. Ee o zamanlar “sisteme” kaydımız otomatik düşmediği için bu işler manuel yapılıyordu ve yanılmıyorsam çocuğun okula kaydı için uygun zamanı takip etmek de velinin göreviydi.
Dediğim gibi ne konuştular, ne yaptılar, ne ettiler tam hatırlamıyorum ama babamın bir sözünü çok net hatırlıyorum: “Hocam artık eti senin kemiği benim..” Babamın kasaplıkla ilgisi olmadığı halde et-kemik muhabbetine neden girdiğini, ve dolayısıyla bu sözün ne anlama geldiğini o an için anlamamıştım elbet. Oysa bu söz en azından o devirler için Türk Milli Eğitiminin özetiydi. Devletin anayasası neyse, Milli Eğitimin de değişmesi teklif dahi edilemez kanunu buydu işte. Bu söz kuşkusuz eğitimcilere olan sonsuz itimadın bir yansımasıydı. Tabi arkasında şu mantık yatıyordu: Eğitimci eğitim için en gerekli olanı bilir ve uygular. Bu “uygulamalar” bazen sertlik de içerebilir. Ama olsun, sonuçta çocuk eğitim görmüş olur, terbiyelenir, uslanır.. Öyle miydi acaba?
Bu tarz bir eğitim anlayışı öğretmenin mutlak otorite olduğu ve neredeyse hiçbir durumda öğrencinin söz hakkının olmadığı bir anlayıştı. Öğretmen her şeyi bilen, gözeten ve bizim iyiliğimizi düşünen, kısacası hem seven hem de döven bir otorite figürüydü. Ama sonuçta ne yapılırsa yapılsın bu “çocuk içindi.” Kendi öğretmenim o kadar sert bir insan değildi ama kuşkusuz o da içinde bulunduğu sistemin bir parçasıydı.
Sonra bu düzen yavaş yavaş bozuldu. 90’lı yıllardan başlayarak ve bilhassa 2000’lerde öğretmen otorite figürü olma özelliğini yitirmeye başladı. Bu dönemlerde okulda demokrasi, insan hakları, öğrenci hakları vb. kavramları duymaya başladık. Öğretmenin ve hatta okul idarecilerinin pek çok yetkisi kısıtlandı. Öğrenciye vurmayı bir kenara bırakın, hafif sert bir çıkışmanız bile soruşturma sebebi oldu. Tabir-i caizse öğrenci ve veli kesimi modalaşan akımların getirdiği haklardan sonuna kadar yararlanırken, eğitimcilerin de demokrasinin asil unsurlarından biri olduğu unutuldu. Bu süreç eğitimcilerin yaptıkları işe yabancılaşmaları ve akabinde iş doyumsuzluğu gibi olaylara neden oldu.
Oysa keskin biçimde birbirinden ayrılan bu iki yaklaşım da aynı derecede yanlıştı. Öğretmeni mutlak bir otorite olarak gören ve çocuğa/veliye söz hakkı tanımayan zihniyetle, demokrasi kisvesi altında öğretmeni adeta öğrencinin ve velinin oyuncağı eden zihniyet de hatalı varsayımlar üzerine kuruluydu. Bir kere “demokrasi” neredeyse falım sakızından çıkan bir mani gibi herkesin dilindeydi. Herkes demokrasi istiyordu. Lafa gelindiğinde toplumun tüm kesimleri eğitim sistemi başta olmak üzere her alanda özgürlük, demokrasi, insan haklarını dillendiriyordu. Bunlar güzel sözlerdi, insanları coşturuyor, kitleleri harekete de geçiriyordu. Ama o kadar… Bu kavramlar gerçek anlamlarından öylesine saptırılmıştı ki dilinden demokrasi kelimesini düşürmeyen kişiler bunun ne anlama geldiğinden bihaberdi.
Gerçekte; benim hakkım varsa adalet adaletti. “Öteki” için adalete lüzum yoktu. Özgürlük dediğin benim istediğimi yapma hürriyetimdi. Ama “öteki” için özgürlük yoktu. İnsan hakları mı? Aslında BM İnsan Hakları Bildirgesi benim için yazılmıştı, “öteki” tabii ki bunlardan mahrumdu… İşte bu anlayışla bugünlere geldik. İlerleme yok mu? Elbette var. Bazen hızlı, bazen yavaş da olsa elbet ilerliyor, olgunlaşıyor ve öğreniyoruz. Bu ilerlemede de eğitimin başat rol oynayan bir toplumsal kurum olduğu herkesçe görülüyor. Yeni Nesil Öğretmenlere düşen en büyük görevlerden birinin de, toplumsal ilerlemeyi daha üst noktalara taşıyacak nesilleri yetiştirmek olduğunu düşünüyoruz.









Bu cümle daha yeni aklımdan geçmişti. Bu cümleyi kurmayı bırakalım öğrenciye söz hakkı verelim ama öğretmene saygı duyarak. Öğrenci söz hakkına sahip olunca öğretmenin sesini kapatarak yapamayalım. Biz bunu yaptık maalesef ve sonuç kız çocuklarının okuma oranı azaldı. Ben öğretmen olarak şunu yaşadım ben öğrenci üstünde ne kadar söz sahibiysem öğrencim o kadar ilerledi. Öğrenci söz sahibi olsun tamam ama öğretmen de yok sayılarak hiçe sayılarak yapılmamalı bu. Öğretmene laf söyleyerek çocuğa sahip çıkılmaz. Öğretmen çocuğun düşmanı değil, bir anne baba kadar çocuğun yanında olan kişidir.